Sultan Vahideddin Mustafa Kemal’i Anadolu’ya Neden Gönderdi?
Yazar: Mustafa Albayrak
İstiklal
Harbimiz şayet Samsun Tütün İskelesi’ne çıkıldığı tarih olan 19 Mayıs 1919’da
başladı ise (ki öyledir) İstiklal Harbimizin Başkumandanlığını, Ekim 1922’ye
kadar yürüten, Mirliva (Tuğgeneral) Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı bu vazifeye
atayan Halife Sultan Vahideddin Han’dır…
Tarih konuşulur
veya anlatılırken hissiyatlarla, şahsi kanaatlerle anlatılmaz.
Peki, bize 80
sene okullarda “İnkılap Tarihi”nde anlatılan M. Kemal Paşa’nın güvertesi kırık,
pusulası bozuk Bandırma Gemisi ile gizlice İstanbul Boğazı’ndan çıkıp
Karadeniz’e açılıp, Samsun’a çıktığı ve Anadolu’da Kurtuluş Savaşı’nı tek
başına başlattığı neydi?
Yani bunun
kararını, kendi adına, tek başına bir kaç silah arkadaşı ile almamış mıydı,
Mirliva Mustafa Kemal Paşa?
Anlatılanlar
yalan mıydı?
Tabii ki hepsi
değildi!
Osmanlı Subayı,
Sultan Vahideddin Han’ın Fahri Yaveri Hazreti, Şehriyari Mirliva Mustafa Kemal,
tabii ki Samsun’a Tütün İskelesi’nden çıkmıştı…
Ama nasıl, hangi
vazife ve salahiyetler ve hedef uğruna çıkmıştı?
On yıllardır
hangi mevzularda ihtilaf vardı?
Şimdi hiç bir
hissiyata esir olmadan (duygularımızın mahkûmu olmadan) kendimizi her hangi bir
fikre şartlandırmadan gelin tamamen ilmi (bilimsel) verilerle bunu tartışıp
ortaya koyalım.
Hoş bunları ilk
defa biz tartışacak değiliz.
Vahideddin Han
ve Mustafa Kemal Paşa’nın münasebetleri belki milyonlarca defa konuşup
yazılmıştır.
Biz de ilk defa
yazıp konuşup tartışmıyoruz.
Ama ''et
tekraruahsen velev kane yüz seksen'' (Tekrar iyidir velev ki 180 kez tekrar
edilmiş olsa da)…
Bizim de çorbada
tuzumuz olsun yani.
Bunun için ilk
defa şunu belirtmemiz lazım…O günün Osmanlı Devlet hiyerarşisini, bürokrasisini
iyi bilmek lazımdır. Mustafa Kemal Paşa, bir Osmanlı subayıdır. Mirliva rütbesi
ile Harbiye Nazırı Şakir Paşa’ya bağlıdır. O da yine aynı hiyerarşi ile
sadrazam Damad Ferid Paşa’ya bağlıdır. O da sultana.
Aynı zamanda bir
vazifesi daha vardır ve 1917 Aralık’tan beri devam etmektedir.
Malumunuzdur
Mirliva Mustafa Kemal, Vahideddin Han’ın (O zaman HAN değildir ve sultan Mehmed
Reşad Padişah idi ) Alman imparatoru 2. Wilhelm’in davetlisi olarak Berlin’e
giderken yanına istihbarat subayı ve yaveri olarak Mirliva Mustafa Kemal’i
almıştır.
Yani Kemal Paşa aynı zamanda, Prenslik zamanında Şehzade Vahideddin’ in yol arkadaşı ve yaveridir.
Vahidedin
Efendi, o tarihte sultan olan 5.Mehmed Reşad’ın hastalığı sebebi ile Osmanlı
Hanedanını temsilen, Berlin’e gidiyordu. Yani daha 1917 yılının Aralık ayında
dahi M. Kemal Paşa Payitaht üzerinde çok tesirli ve itibarlı bir subaydı. Bu
tesir ve itibarı ileride göreceğiz. İşte bu Osmanlı Paşasını 1919’un Mart ayı
civarı bir zaman diliminde Paşayı yanına çağırıyor ve görüşüyor. Sık sık
görüşüyorlar Paşa ile Müslümanların 115. Halifesi ve Osmanlı Sultanı. Nisan ve
Mayıs ayında da bu görüşmeler devam ediyor. En az 5 belki 10’a yakın
görüşmeleri oluyor Vahideddin ile M. Kemal Paşa’nı… Dedik ya belgeli yazacağız…
Birincisi: 1927
yılı basımı NUTUK ve yazan M. Kemal Atatürk
İkincisi:
Çankaya, Falih Rıfkı Atay, Pozitif Yayınları, ISBN: 975-6461-05-5 Sayfa:187-188
Üçüncüsü:
Mustafa Kemal'in Bana Anlattıkları, General Charles H. Sherrill, Örgün Yayınevi
2007,ISBN:978-975-7651-62-8. Sayfa:107
Bunlar yeterli
herhâlde.
Peki, nasıl
görüştüler?
Nutuk’dan devam
edelim mi?
Son görüşmeyi
okuyalım en mühimi çünkü…
"Yıldız
Sarayı'nın ufak bir salonunda Vahdettin'le adeta diz dize denecek kadar yakın
oturduk -Sağında, dirseğini dayamış olduğu masa ve üstünde bir kitap var.
Salonun Boğaziçi'ne doğru açılan penceresinden gördüğümüz manzara şu; birbirine
paralel hatlar üzerine düşman zırhlıları bordalarındaki toplar sanki Yıldız
Sarayına doğrulmuş! Manzarayı görmek için oturduğumuz yerlerden başlarımızı
sağa sola çevirmek kâfi idi. Vahdettin hiç unutmayacağım şu sözlerle konuşmaya
başladı:
-"Paşa
paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin, bunların hepsi artık bu kitaba
girmiştir, (elini bahsettiğim kitabın üstüne bastı-ilave etti) tarihe
geçmiştir.”
- “O zaman bunun
bir tarih kitabı olduğunu anladım. Dikkatle-sükûnla dinliyordum.”
- "Bunları
unutun!”, dedi, “asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa
paşa, devleti kurtarabilirsin!"
Yer Yıldız Sarayı ve son görüşme zannediyorum 15 Mayıs 1919. Zaten aynı günün akşamı Sadrazam Damad Ferid Paşa ile de görüşmüştü. Damad Ferit Paşa, Cevat Paşa ile de (Çobanlı 18 Mart Çanakkale Deniz savaşı kahramanıdır) Erkan-ı Harbiye Umum Reisi (Genelkurmay Başkanı) sıfatı ile görüşmüştü. Bu da Nişantaşı’nda bir konakta gerçekleşmiştir! Sabah zaten yola çıkacaktı!
Peki vazifesi
neydi? Tabii ki vazifesi görünürde “Git Anadolu’yu İngiliz-Fransız-İtalyan ve
en son Yunan işgallerinden kurtar” diye verilemezdi…” Neden?
Dedik ya o günkü
ortamı bilmek lazım diye? Padişah adeta İngiliz namlularının altında Yıldız
Sarayında bir esirdi. İngilizlerden habersiz bırakın gemi ile Samsun’a 48
kişilik subay ordusu göndermek (hem de vatanı kurtarmak için) bir kişiyi
yüzerek bile boğazdan Karadeniz’e çıkaramazdı Vahideddin Han. Adeta süngü
boğazına dayalı yaşıyordu altın kafes Yıldız Sarayı’nda. O zaman öyle bir
vazife verilmeliydi ki, İngilizlerin ses çıkaramaması ve kolayca vize vermeleri
gerekiyordu. Çünkü Karadeniz o esnada tamamen İngilizlerin denetimindeydi ve
pasaportla çıkabiliyordu Osmanlı Subayları dahi Karadeniz’e.
O vazife
bulundu; 9.Kıt'a Müfettişliği…
Yapacağı ilk iş
de; “Mondros
Mütarekesi içerisinde bulunan 5. ve 20. maddelere göre Osmanlı Devleti
Genelkurmayına bağlı tüm askeri birlikler terhis edilip silahları ise İtilaf
kuvvetlerine ise teslim edilecekti.”
Ama Anadolu’nun
İtilaf kuvvetlerince işgal edilmesinden sonra (Mütarekenin 7. maddesine
istinaden) Kuvayı Milliye zaten başlamış ve yer yer milli direniş milisleri
işgalci kuvvetlerle-onlarla işbirliği içerisinde olan Rum ve Ermenilerle
çatışmaya çoktan başlamışlardı.
Yani M. Kemal
Paşa Samsun’a çıktığında Anadolu’nun her yeri alev alev isyanlar, direnişlerle
yanıyordu. Ayrıca Mustafa Kemal Paşa, Padişah Vahideddin Han tarafından Karadeniz
üzerinden Anadolu’ya yollanan ilk değil son paşa idi…
Daha 1 ay evvel
de Trabzon üzerinden Erzurum’a Mirliva Kazım Karabekir’i yollamıştı.
Mersinli Cemal
Paşa da yollanmıştı.
Kazım Karabekir
15. Kolordu komutanı idi ve o da birliğini dağıtmamış ve silah teslim etmemişti
işgal kuvvetlerine. O da Vahideddin Han ve Devleti Osmanlı’nın Erkan-ı Harp
Umumiye Reisliğine (Cevat Paşa’ya) bağlı idi.
Yani bu
vazifelendirmeler değerli tarihçi Murat Bardakçı’nın son kitabında belgesi ile
ispatladığı gibi gerek Mustafa Kemal Paşa’nın, gerekse diğer 47 subayın
Samsun’a yollanmaları alelade bir yollayış değil, en az 2200 yıllık Türk
Genelkurmay aklı-devlet görevi idi.
Yok öyle tek
kişinin herkesten bağımsız yola gizlice çıkması falan filan. Tarih çocuk işi
değil…
Evet mirliva
Mustafa Kemal’in –görünüşteki görevi- isyan eden ve silah teslim etmeyen
Osmanlı silahlı kuvvetleri ile Rumları, Ermenileri kesen (Giresun’da Topal
Osman gibi yine Karadeniz’de İpsiz Ali gibi veya Çerkeş lakaplı bir çok
ayaklanmış dağa çıkmış milislerin) ellerinden silahları almak İngilizlere
teslim etmekti.
Bu yüzden İşgal
Kuvvetleri Komutanı General Harrington’un izni ve genç yüzbaşı John
GodolphinBennett imzası ile pasaportuna vize alarak yaklaşık 47 Osmanlı subayı
(bir kısmı yüksek rütbeli) 2 otomobil binek hayvan ve binlerce Osmanlı altını
ile Samsun’a doğru 16 Mayıs 1919 Cuma günü yola çıkmış ve 19 Mayıs 1919’da
Samsun Tütün İskelesi’nden karaya çıkmıştı.
Hattı zatında
verilen vazife sebebi ile kendisini Samsun’da İngiliz askerleri karşılamıştı.
Buraya kadar
kağıt üstünde her şey normal gitmişti. Ama Paşa kağıda uymuyordu. Amasya ve
Havza da hiç alışılmadık ya da beklenmedik şeyler söylüyordu. Vatanın ve
milletin bölünmez bütünlüğünden, “Hakimiyet-i Milliye” den, Halife Sultanımızın
İstanbul’da esir olduğundan bahisle Makam-ı Mualla-yı Hilafeti kurtarmanın
namus ve şeref meselemiz olduğunu haykırıyordu… Milletin istiklal ve hürriyetini
yine milletin azim ve kararı kurtarır diyordu.Tabi bu çalışmalar ve tamimler,
Samsun’la Amasya’yla Havza’yla sınırlı kalmıyor, hepsi İstanbul’a, hem
İngilizlerin hem Padişahın ve Damad Ferid Hükümetinin duyulacağı kadar sesli
idi.
Daha Temmuz
olmadan yani Samsun’a vardıktan sadece 2 ay sonra İstanbul’da İngilizlerin
bastırması ve Padişahın onayı ile Damad Ferid hükümeti Mustafa Kemal Paşa’nın
9. Kıt'a müfettişliğinden azlini isteyecekti.
Yalnız bunu
istemeden evvel yapılan yazışmalar var İstanbul ile… Evet Mustafa Kemal
Paşa’nın üzerinde asker üniforması olduğu halde verilen resmi vazifenin
(zahiren de olsa) dışına çıkması, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünden,
istiklal ve hürriyetinden bahsetmesi İngilizleri Damad Ferid Hükümetine baskı
yapmasına sebep olmuştu.
Bu arada bir
belgeyi arz etmeyi unutmuşum. Vahideddin Han’ın mirliva Mustafa Kemal’i 9.Kıt'a
müfettişliği vazifesine atarken, kendisine bir ekip kurması gerektiğini
söylemiştir.
Mustafa Kemal bu
ekibi oluşturmuştur. (içlerinde Rauf Bey, Refet Bey, Hüsrev Bey Kazım Dirik
gibi isimler vardır.)
Bu listeyi de
Harbiye Nazırı Şakir Paşa’ya arz etmiştir.
Harbiye Nezareti
de bunu “Heyet-i Vekile” ye (Bakanlar Kurulu) arz etmiş. Onay alınmıştır. İşte
bunun vesikası da mutlaka bilinmelidir.
Bu vesika,
Genelkurmay Başkanlığınca yayınlanan Harp Vesikaları Dergisi’nin 1944 yılındaki
baskısında yer almıştır.
Sadrazam Damad
Ferit Paşa Hükümetinin Mustafa Kemal Paşa ve ekibinin Vapurla Samsun’a gidişine
verilen izin belgesi.
Bu belge
Genelkurmay Harp Vesikaları Tarihi Dergisi’nde ve hem TBMM de, hem de
Genelkurmay’da mevcuttur…
Devam ediyoruz.
Asıl mesele buradan sonra başlıyor çünkü. Şimdi benim gibi ve her sıradan
yurdum insanı gibi, herkesin soracağı şu soru akla gelebilir;
“Madem ki
Vahideddin Hanımız yurdu selamete kavuşturması ve “Devleti kurtarması” için çok
sevdiği yaveri M. Kemal Paşa’yı Samsun üzerinden Anadolu’ya farklı bir vazife
adı altında (Çünkü İngilizler başka türlü vize vermezdi) çok GENİŞ
SELAHİYETLERLE yolladı da daha 2 ay dolmadan neden hem vazifeden el çektirmek
istedi, hem de idama mahkûm etti?”
İşte meselenin
püf noktası burası. Burayı çözdüğümüz an birçok tarihi hakikate de ulaşmış
olacağız.
Çünkü bilerek
veya bilmeyerek birçok sözüm ona Atatürkçü tarihçi, Vahideddin Han’ın haşa,
”hain” olduğunun delili olarak, bu vazifeden alma veya idam fermanını gösterir.
Peki, neden göstermiştir buna bir bakalım. Değerli arkadaşlar yukarıda bir kez söylediğim ve hepimizin de tabii ki hatırlayacağı üzere Vahideddin Han İstanbul’da Yıldız Sarayında adeta esirdi. Gerek Vahideddin Han’ın gerekse Sadrazam Damad Ferid Hükümetinin İNGİLİZLERE RAĞMEN herhangi bir karar alabilme şansı yoktu. İngilizleri adeta aldatarak ve atlatarak 48 kıymetli Osmanlı zabitini Anadolu’ya çıkarmayı başarıyorsunuz (bir şekilde ikna ederek) ama yolladığınız paşanız bırakın o vazifeyi yerine getirmeyi (yani Rum çetecilerini kesip doğrayan Türk Milis Kuvvetlerinin silahlarını almayı).
Ya da Erzurum’da
mevzilenmiş 15. Kolordu Komutanlığı’nın terhis edilmesini sağlayıp silahlarının
teslim alınıp itilaf (işgal) kuvvetlerine teslimini, tam tersine çıkmış
Anadolu’yu işgalden kurtarmaktan falan bahsediyor.
Derhal İngilizler baskıya başlıyor ve Damad Ferit o esnada Mustafa Kemal Paşa ile telgraflaşıyordu.
Damad Ferid 9.Kıt'a müfettişliğinden kendisini azlettiğini ve derhal İstanbul’a dönmesi gerektiğini belirtiyordu.
M. Kemal Paşa ise bu çağrıyı yeterli görmeyerek Sadrazamdan ayrıca gayet samimi olduğu ve “fahri yaverlik” unvanını onurla taşıdığını Erzurum’da her fırsatta belirttiği Sultan-Müslümanların Halifesi Vahideddin Han- ile de telgraflaşır.
''Hayır, gelme'' der. “Çünkü İngilizler tutuklayabilirler...”
Evet, Sadrazam
gel diyor, Padişah gelme diyor. Vahideddin Han’ın talimatı şifahi, Sadrazamın
talimatı ise yazılıdır. Resmi olarak artık görevine devam edemeyeceğine inanan
Mustafa Kemal Paşa üstlendiği resmi tüm vazifelerden ve şerefle yapmakta olduğu
askerlikten istifa ediyor.
(Görüyorsunuz
Mustafa Kemal Paşa’nın anadili Arap alfabesi ile ve eski yazı Osmanlıca…)
Kemalist
tarihçiler ve resmi tarih bize o geceyi, hep şu şekilde anlatır;
Padişahın ve
Sadaretin baskılarına dayanamayan Mustafa Kemal Paşa istifasını verir ve sine-i
millete döndüğünü duyurur. Şimdi Mustafa Kemal Paşa yoktur artık Erzurum’da
kaldığı yerde… Artık o “Selanikli Mustafa Kemal Efendi”dir.
Peki neden?
Her şeyi göze
alan cesur bir eski subayı endişelendiren ne idi acaba? Evet, endişelendirenler vardı çünkü genç
Osmanlı Paşasını. Rivayetler o gece Erzurum’da ayyuka çıkmıştı.
Kendisinin
azledildiği göreve 15. Kolordu Komutanı
Kazım (Karabekir) Paşa’nın geçeceği, kendisini de tutuklayacağısöyleniyordu. Hatta
çok sevdiği Kurmay başkanı Kazım Dirik; “Paşam artık bizim amirimiz
olmadığınıza göre ben bu dosyaları kime vereyim-bundan sonra talimatları kimden
alayım?” diye sormuştu?
Bu Mustafa
Kemal’in çok ağrına gitmişti. Daha sonraları Cumhuriyet döneminde İzmir Valisi
yapacağı Dirik’ten bu sözü duyunca “Ya öyle mi efendim?” sözlerinden başka bir
şey diyemedi…
Sabah olduğunda
bir endişe verici haber daha gelmişti. Kendisinin yerine 9. Ordu Müfettişliğine
getirilen mirliva “Kazım Karabekir geliyor ve sizi tutuklayacak” dendi. Karabekir
Paşa en üst yetkilerle donanmış bir halde M. Kemal’in bulunduğu eve gelir. Evin
içi Kazım Karabekir Paşa’nın askerleri ile dolmuştur. Herkes onun arkadaşı
Kemal Paşa’ya “Tutuklandınız” demesini beklerken orada tarihin akışını
değiştirecek bir şey olur;
Karabekir Paşa
asker selamı çakar esas duruşta ve;
- “Dün
olduğu gibi bugün de sizin emrinizdeyim Paşam” der.
Şimdi resmi
üniformalı bir Osmanlı Kolordu Komutanının, Padişaha ve Sadarete İSYAN ETMİŞ,
vazifelerinden el çektirilmiş, hakkında sözde idam fermanı çıkartılmış eski bir
subaya neden esas duruşta selâm çakar ve bağlılık sözü verir?.
Kazım Karabekir
kimdir?
15.Kolordu
Komutanı Kazım Paşa Türk milletinin içinde bulunduğu kâbus gibi bir ortamda
memleketin dayandığı tek istinad noktasıdır. Kolordusunu dağıtmamış ve
silahlarını teslim etmemiştir itilaf kuvvetlerine.
Bunu kendisine
sorduğu zaman Mustafa Kemal’e Kazım Karabekir şu cevabı verir;
-“Sizi buraya
gönderen İRADE benim böyle yapmamı emretti çünkü!”
(İşte bu cevap
bizim cevabını aradığımız sorunun cevabıdır…)
Evet, o irade
“İRADE-İ SENİYYE” dir.
Zât-ı şâhaneleri
36. Osmanlı Sultanı ve 115. İslam Halifesi Vahideddin Han’dır.Yani Padişah
sadece yaveri Mustafa Kemal ile değil mirliva Kazım (Karabekir) ile de
haberleşiyordu.
Bu ne demek?
Bu şu demek; Vahideddin
Han yüksek bir strateji (sevkülceyş) ve taktik gözeterek en güvendiği
paşalarını tek tek ve muhtelif görevlerde Anadolu’ya gönderiyordu. Onlardan
biri de mirliva Mersinli Cemal Paşa idi mesela. Mustafa Kemal Paşa Anadolu’ya
çıkan ilk değil son paşaydı. Anadolu’ya yolladığı tüm paşalarla telgrafla
haberleşiyordu Vahideddin Han.
Bunu anlamanın
bir kolay yolu daha var.
İsterseniz ona
da temas etmeden geçmeyelim.
Gerek Erzurum gerek Sivas ve en mühimi de
Büyük Millet Meclisi’nin 23 Nisan 1920’deki açılışında Gazi’nin yaptığı
konuşmalara ve Erzurum-Sivas-Kongre kararlarını okuyun şimdi internetten bakıp-
hep söylediği şudur; Gazi paşanın özellikle TBMM’ deki 23 Nisan 1920 tarihli
ilk açılış konuşmasını aldım daha geç bir tarih olduğu için Erzurum ve Sivas
kongrelerine nazaran.Yani hakkında idam kararı devam ederken. Hani hep bahsettikleri
birilerinin Dürrizade’ nin idam fetvası uçaklardan İngiliz uçaklarınca
atılırken bakın Mustafa Kemal Paşa ne diyor TBMM’ nin açılışında?
Açılış günü
normalde 21 Nisan Çarşamba idi ancak mübarek gün olması sebebi ile 23 Nisan’a
alınmıştı. Cuma’ ya aldıran bizzat Mustafa Kemal Paşa idi.
Paşa’nın
yapılması gereken merasimler hakkında belgede yer alan talimatları, aşağıda
günümüz Türkçesi ile ve maddeler halinde şöyledir. Bunları Sayın Murat
Bardakçı’da Habertürk Gazetesinde yayınlamıştır.
Onun kaynağını
da veriyorum:
(https://www.haberturk.com/gundem/haber/1229203-mustafa-kemal-meclisin-namazlarla-dualarla-acilmasini-emretmisti
)
Yolladığı genelgede şöyle emrediyor tüm Müdafa-i Hukuk mensuplarına ve askeri kıtalara Mustafa Kemal Paşa;
1. Allah’ın
cömert ihsanı ile Nisan’ın yirmi üçüncü cuma günü, cuma namazından sonra
Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılacaktır.
2. Vatanın
istiklâli, HİLAFET VE SALTANATIN KURTARILMASI gibi en mühim ve hayatî görevleri
ifâ edecek olan Büyük Millet Meclisi’nin açılış gününü Cuma’ya tesadüf
ettirmekle o günün mübarek olmasından istifade için açılıştan önce bütün
milletvekilleriyle Hacı Bayram Velî Câmi-i
Şerîfi’nde Cuma namazı kılınarak Kur’an’ın nurlarından ve salâttan feyz
alınacaktır. Namazdan sonra sakal-ı şerif ve sancak-ı şerif taşınarak daireye
gidilecektir. İçeriye girilmeden önce bir dua okunacak ve kurbanlar
kesilecektir. Tören sırasında camiden Meclis’e kadar Kolordu Kumandanlığı
tarafından askerî birliklere özel tertibat aldırılacaktır.
3. O günün kudsiyetini sonsuza kadar ulaştırmak maksadıyla bugünden itibaren vilâyet merkezinde Vali Beyefendi Hazretleri’nin düzenlemesi ile hatim indirtilip Buhârî-i Şerîf okutulacak, hatmin geri kalan kısmı Cuma namazından sonra Meclis’in önünde tamamlanacaktır.
4. Kutsal ve
yaralı vatanımızın her köşesinde aynı şekilde bugünden başlayarak
Buhârîler okunup
hatimler indirilecek, Cuma günü ezandan önce minarelerde salâvâtlar
getirilecek, hutbede halifemiz padişahımız efendimizin (Sultan Vahideddin’ in) ismi
zikredilirken padişahın ve teb’anın biran önce kurtulup saadete ermesi duası da
ilâveten okunacaktır. Cuma namazının kılınmasından sonra hatim tamamlanarak
hilâfet ve saltanat ile vatanın her tarafının kurtulması maksadıyla yapılan
millî çalışmaların önemi ve kutsallığı, milletin her ferdinin vekillerinden
meydana gelen Büyük Millet Meclisi’nin yapacağı vatanî vazifeyi ifa mecburiyeti
hakkında öğütler verilecektir. Daha sonra halîfe ve pâdişâhımızın, din ve
devletimizin, vatan ve milletimizin kurtuluşu, selâmeti ve istiklâli için dua
edilecektir. Bu dinî ve vatanî merasimin tamamlanıp camilerden çıkılmasından
sonra Osmanlı topraklarının her tarafından hükümet makamına gelinerek Meclis’in
açılmasından dolayı resmî tebrikler sunulacaktır.
Yine her tarafta
Cuma namazından önce uygun şekilde Mevlid-i Şerîf okunacaktır.
5. İşbu tebliğin
hemen yayınlanıp gönderilmesi için bütün vasıtalara başvurulacak ve hızlı bir
şekilde en ücra köylere, en küçük askerî kıtalara ve memleketin bütün
kuruluşlarına ve müesseselerine yollanması sağlanacaktır. Ayrıca büyük levhalar
hâlinde her tarafa asılacak-mümkün olan yerlerde bastırılıp bedava olarak
dağıtılacaktır
6. Cenâb-ı Hak’
a tam bir muvaffakiyet için niyaz edip yalvarıyoruz
Temsil Heyeti
adına Mustafa Kemal”
BU DA OSMANLICA BİLENLER İÇİN BELGESİ
Şimdi bunları
neden özellikle verdim? Hem de BMM’nin 23 Nisan 1920’deki açılışından. Benzer
ifadelerin tamamı hatta fazlası Erzurum ve Sivas Kongre kararlarında da vardır.
Yani Mustafa Kemal Paşanın, Anadolu’ya çıktıktan sonra, ASKERLİKTEN İSTİFASI VE
ONU YOLLAYANLARIN VERDİĞİ İDAM FETVASI DAHA YÜRÜRLÜKTE İKEN, Gazi Mustafa Kemal
Paşa’nın Padişah ve Halife için söyledikleri bunlardır. Gazi’nin Hakimiyet-i
Milliye ile birlikte hatta ondan önce zikrettiği ifade “hilâfet ve saltanatın
kurtulması olmuştur.
Peki, bunlar
bize 96 senedir okutulan İnkılap Tarihi kitaplarında yer almış mıdır? Biz böyle
biliyor muyduk? Bilen tarihçi hocalarımızı tenzih ederim. Onlarda büyük
zorluklarla bunu ifade edebiliyorlardı. Ama insanın kendi tarihini yanlış
bilmesi, ne kadar üzücü.
“Milli Mücadele”
için Vahideddin Han’ın Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya vatanı kurtarmak üzere
zımnen (üstü örtülü - gizli ) olarak yolladığının başka ispatına lüzum var mı
acaba? Bence var!
Yetmez bu kadar…
Bir asrın pasını silmek kolay mı?
Yakalama kararını veren Damad Ferid Hükümeti de, sözde idam fetvasını veren Dürrizade de tamamen İngilizlere karşı Vahideddin Han’ın yüksek siyasi dehası gereği vermişlerdir bu kararları.
İspat mı
istediniz? Hemen…
Malumunuz Sultan
Vahideddin Han’ın çok kısa süren (4yıl 4ay)devri saltanatında defalarca
sadrazam değişmiştir… Şöyle misal vereyim günümüzden -ki anlaşılması bilhassa
gençler için- daha kolay olsun. 2016 Mayıs’ında Türkiye bir Başbakan
değişikliğine gitmişti. Ahmet Davutoğlu gitti yerine Binali Yıldırım geldi.
Sayın Yıldırım
geldiğinde ilk demeci “Dostlarımızın sayısını artıracağız - düşmanlarımızın
sayısını da azaltacağız” olmuştu… Bunu niçin söylemişti Binali bey? Bilhassa
Rusya ile olan tatsız münasebetlerin düzeleceğine dikkat çekmek için. Yani
devletler, hükümetler bazen siyaset değişikliğine giderlerken sorumluluk
makamındaki kişileri değiştirebilirler…
Vahideddin Han
da İngilizlerin baskısı sebebi ile… (Büyük Britanya deniz zırhlılarının top
namluları üzerine çevrili idi…). Hatırlayın yukarda, M.Kemal Paşa Sultan ile
görüştüğünü kroki halinde çizdiğinde Yıldız Sarayı önlerindeki gemilerin yönü
Saraya doğru idi. Adeta değil tamamen düşmana esir bir vaziyette idi. İngilizlere
rağmen açıktan bir politika güdemezdi. Ancak ilmi siyaset ve sadrazam
değişiklikleri ile Anadolu’daki Kuvayı Milliye’ ye zaman kazandırmaya
çalışıyordu. Bunda muvaffak da oldu. İşte Damad Ferid hükümetini bir kaç defa
yollayıp tekrar geri getirmesinin sebebi de bu idi. Ferit Paşa İngiliz yanlısı
politika izliyordu. Yerlerine gelen Tevfik Paşa ve Ali Rıza Paşa kabineleri ise
Kuvayı Milliye’ ci bir siyaset izliyorlardı.
Ali Rıza Paşa,
Mustafa Kemal Paşa’nın Garp Okulundan arkadaşı idi. Tevfik Paşa’dan ise Nutuk’
da “vatansever vezir” diye bahseder. Malumunuz Ahmet Tevfik Paşa Osmanlı
Hanedanının son Sadrazamı ve Halife Sultan Vahideddin’ in dünürüdür. Son
“mühür” kendisinde kalmıştır Tevfik Paşa’nın. Şimdi bu kabine-sadrazam
değişikliklerinin ilkine 3 Ekim 1919’da Ali Rıza Paşa Kabinesi'nin Kurulmasına
bakalım: Bu tarih, -3 Ekim- hem Erzurum hem de Sivas Kongrelerinden sonradır. Yani
mirliva Mustafa Kemal Paşa değildir artık ve askerlikten müstefi olduğundan
sadece “Selanikli Mustafa Kemal”dir adı İstanbul hükümeti nezdinde. Ama bir başka namı vardır artık Selanikli
Mustafa Kemal efendinin.
O da Heyet-i
Vekile Reisidir.
Siz buna
Müdafa-i Hukuk Cemiyetlerinin Reisini de ilave edebilirsiniz.
Ama bunların
artık eski M.Kemal Paşa ile bir alakası yoktur. İşte o Mustafa Kemal hala
Vahidedin Han ile muhabere halinde idi. Telgrafla sürekli irtibat halinde idi. M.Kemal
diyor ki; Padişaha “Sultanım Damad Ferid’ i al vazifeden ve yerine Ali Rıza Paşa’yı
Sadrazam yap-onunla daha iyi anlaşırım”…
Padişah da özel
görevlendirdiği ve vatanı kurtarmak için Anadolu’ya yolladığı Mustafa Kemal
Paşa’nın (ki o esnada asker değil istifa etmiş) talebi üzerine sadrazamı
değiştiriyor! Yani bu nasıl “asi” ve hakkında idam hükmü var ki Padişaha
sadrazam değiştirebiliyor?
Böyle bir şey
mümkün mü? Vahdettin Han ile Mustafa Kemal Paşa arasında nasıl bir irtibat var?
Şu an mevzumuzun dışında olduğundan girmeyeceğim ama mirliva Mustafa Kemal’in
Sultana yaptırdığı ilk Sadrazam değişikliği de değildir bu. “Mondros
Mütarekesi” bahsinde geçen sene yazmıştık bir makalemizde...
1918 Ekim’inde
imzalanan Mütarekeden sonra Talat Paşa’nın istifasından sonra… Evet Talat
Paşa’nın istifasından sonra da o esnada Adana’nın Bahçe kasabasından (şimdi
Osmaniye ye bağlı orası) yine Sultan Vahidededdin Han’a çektiği telgrafla da
Talat Paşa’dan sonra sadrazam yapılmasını istediği Ahmet İzzet Paşa’yı teklif
etmiş ve kabul ettirmiştir...
Hep söylüyorum;
Mirliva Mustafa
Kemal’in Vahideddin Han üzerindeki tesir ve nüfuzu çok fazla idi. Ona çok rahat
Sadrazam dahi değiştirtebiliyordu. Vahideddin Han’a etrafından “Hünkârım
Mustafa Kemal Cumhuriyetçidir. Şayet muvaffak olursa Anadolu’da saltanatı yıkar
ve Cumhuriyeti getirir” dediklerinde Vahideddin Han Hünkârımız, Yıldız
Sarayı’nın camlarından dışarıyı işaret edip, İngiliz deniz zırhlılarını ve
Saraya dönmüş namlularını gösterip;
-''Ben saltanat
peşinde değilim yeter ki devlet kurtulsun''
derdi…
Mevzumuz
Vahideddin Han, M.Kemal Paşa’yı vatanı-devleti kurtarmak için Anadolu’ya
gönderdi mi göndermedi mi?
Bunun ispatı! Ali Rıza Paşa kabinesinin kurulmasında
kalmıştık. Kabine kuruluyor ve Salih Paşa’yı Bahriye Nazırı yapıyor Ali Rıza
Paşa. Ve onu M.Kemal ile görüşmeye Amasya ya yolluyor.
Pardon! Ne dedik
biz şimdi?
Bir “asi” olarak
kabul edilen, hakkında idam fermanı bulunan, askerlikten müstefi “Selanikli
Mustafa Kemal” den başka ünvânı olmayan Sine-i Millete dönmüş eski subayla
görüşmeye Vahideddin Han’ın Sadrazamı Ali Rıza Paşa hükümetinin Bahriye Nazırı
1909 Hükümetinin eski Harbiye Nazırı Salih Paşa’yı Amasya’ya mı gönderdi dedik?
Yahu bu nasıl
bir idam mahkûmu ve asi vatan haini? Resmî-Kemalist tarihçiler bizimle dalga mı
geçmiş bunca senedir? Bu ne demek biliyor musunuz?
Benzetmek gibi
olmasın da; Şu an Barış Pınarı Operasyonları sürerken Türkiye Cumhuriyeti’nin
PYD-YPG’li terörist Şahin Cilo denen katili Ankara’da ağırlaması ve onunla
görüşmesi gibi bir şey! E nasıl oluyor o halde? Bir defa ne Padişah ne Sadaret
asla M. Kemal Paşa’yı bir “asi” olarak görmemekte ve sadece İngilizlerin
namlularının altında şeklen aleyhine kararlar almakta, ama el altından her
türlü -ama her türlü- desteği vermekte vazifelendirdiği bir komutan olarak
görmektedir. Yoksa Osmanlı Hükümetinin Bahriye Nazırı neden Amasya’ya gitsin de
M. Kemal’le antlaşma yapsın?
Bu da mı kesmedi
bazılarımızı?
Pekâlâ… O zaman
ispata delile devam. Vahideddin Han’ın
Ankara’da BMM’ ni veya Kuvay-ı Milliye’ yi ya da Mustafa Kemal Paşa
reisliğindeki Heyet-i Vekileyi desteklediğinin o kadar çok ispatı var ki!
Şayet Mekke
müşrikleri gibi gözümüz kör değilse… Şimdi sizlere TBMM’de zabıt ceridesinde
hazır bulunan ve istediğiniz zaman gidip göreceğiniz bir belge arz edeyim.
Birazdan
yapacağı konuşma ile Ankara macerası başlayacak ve 1920’den emekli olup, vefat
edeceği 1950 yılına kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin kaderini belirleyen en mühim
eşhastan biri, hatta Atatürk’ten sonra ilki diyeceğimiz Mareşal Fevzi
Çakmak’tır…
Mareşal Fevzi
Çakmak 23 Nisan 1920’de Meclis açılışında yoktu. İstanbul’dan daha gelmemişti. Onu
da Padişah Vahideddin Han yolladı Ankara’ya ve 27 Nisan 1920’de Büyük Millet
Meclisi’ne dâhil oldu. Mareşal, Osmanlı Erkan-ı Harp Umumiyesininen mühim
isimlerinden biriydi.
Mesele kısaca
şöyle: Çakmak Paşa meclise girer girmez BMM Başkanı M.Kemal Paşa İstanbul’a
sultana bir sadakat mektubu yazdı. 27 Nisan 1920’de,altında “ BMM ( Büyük
Millet Meclisi ) emriyle Mustafa Kemal”
imzasını taşıyan ve Sultan Vahideddin’ e gönderdiği biat mektubuna Paşa
şu şekilde başlıyordu;
“…Büyük
Padişahımız, Halife ve en kutsal Hakanımız, Efendimiz, İstanbul’un işgali ve
bunu izleyen facialar üzerine durumu incelemek, Saltanatımızın hukukunu ve
Millî istiklâlimizi savunmak ve sağlamak maksadıyla bu defa Ankara’da Büyük
Millet Meclisi halinde toplandık.
Anadolu’nun
düşman işgali altında olmayan her köşesinden gelen ve millet tarafından
olağanüstü yetkilerle izinli kılınan milletvekilleri, oy birliği ile aldıkları
karar sonunda bazı gerçekleri yüce kapınıza arz etmeyi, kendileri için bir
SADAKAT ve KULLUK görevi bilirler.
Padişahımız,
kalbimiz size karşı sadakat ve bağlılık duygusu ile dolu olarak, tahtınızın
etrafında her zamankinden daha sıkı bir sadakatle bağlanmış bulunuyoruz.
Toplantısının ilk sözü padişaha bağlılık olan bu meclisin son sözünün de bundan
ibaret olacağını yüce kapılarına en büyük ve alçak gönüllükle arz eder”
27 Nisan 1920
açılışın 4. günüdür. Mecliste bir hareketlilik vardır. Meclis kürsüsünde Meclis
Başkanı sıfatıyla Mustafa Kemal Paşa şunları söyledi;
“...Efendim
resmi görüşmelere geçmeden bir şey arz etmek istiyorum. İstanbul’dan Harbiye
Nazırı Fevzi Paşa hazretleri (Mareşal Fevzi Çakmak)Ankara’ya girmek üzereler. Eğer
tensip buyurursanız meclisimizden bir heyet Fevzi paşa hazretlerini karşılamak
üzere yola çıksın. (Meclisten hep beraber karşılamaya gidelim sesleri…)”
Mustafa Kemal;
“Peki efendim o halde bütün Meclis olarak hep beraber karşılamaya gidelim. Bu
sebeple Meclisi tatil ediyorum” dedi. Hep beraber kendi ifadesi ile padişahın
emri üzerine Ankara’ya gelen Harbiye Nazırı (Savaş Bakanı) Mareşal Fevzi
Çakmak’ı karşılamaya gittiler.
TBMM’ ye gelen
Çakmak Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın odasında bir süre istirahate çekildi.
Ardından meclis görüşmelerinin yapıldığı yere girdi. Alkışlar eşliğinde kürsüye
çıktı. Ve Hemen hemen hiç kimsenin bilmediği şu tarihi konuşmasını yaptı;
“Sevgili mebus
arkadaşlar; söze başlarken İstanbul’un esaret muhitinden kurtularak Ankara’nın
hür muhitine geldiğimden dolayı Cenab-ı Hakk’a hamd ve şükür ederim. (Şiddetli
alkışlar)Ve beni böyle karşılayan sizlere de teşekkür ederim.Efendiler,gerek
padişahımız efendimiz hazretleri, gerek bendeniz, beş yüz senelik bakir
payitahtımızın ilk defa düşman tarafından işgali faciasını görmek bedbahtlığına
uğramış felaketzedelerdeniz…
İstanbul’un işgal edildiği gece İngilizler arabalarla, İstanbul’ a, Üsküdar ve Beyoğlu’na bahriye askerleri çıkartarak tüm ehemmiyetli yerleri tuttular. Şehzadebaşı’ndaki yatakhanelerinde uyuyan bir askeri birliği taradı. Canlı kalan askerleri dışarıda halkın gözü önünde öldürdü.
O sırada
İngilizler, Harbiye Nezaretini işgal ederek benim makam odama kadar süngülü
neferlerini soktular ve onlar tarafından belirlenen emirleri vermemi istediler.
Göğsüne düşman süngüsü dayanmış bir harbiye nazırı, İstanbul’un hür ve makam-ı
hilafet olmak meziyetini kaybettiğini görmüş ve bakan olmak sıfatı ile çok
üzülmüştüm.
Bu konuda derhal
sadrazama (başbakana) malumat verdim. Bakanlar Kurulu’nun toplanması emrini
verdi. Ben de bu toplantıya odamın içinde ve dışında bulunan 400 İngiliz
askerinin ve onlarla iş birliği yapan Ermeni ve Rum vatandaşların arasından
nefret dolu bakışları altında katılmak üzere Bakanlık binasından
çıktım.(Kahrolsunlar sadaları…) Hükümet de askerlerimizin şehit olması
noktasında lazım gelen protestoyu yazmada geç kalmadı. Bir gün sonra
Padişahımız efendimizle görüşmek üzere Cuma selamlığına gittim.
Namazdan evvel
padişahımız bendenizi kabul ettiler. Fevkalâde üzgün bir halde bulunuyorlardı.
Bana dediler ki;
“…Ben bugün
böyle müthiş bir azap içinde camiye gelmek istemiyordum. Fakat halife olmam
veçhiyle bu Cuma selamlığı bana bir dini mükellefiyet. 50 yıllık bir yıkımın
enkazı altında kalmak da bana çok ağır geliyor. Bu enkazın altında ezildik”
Diyerek üzüntüsünü dile getirdi.
Ertesi hafta
padişahımız beni Cuma selamlığında tekrar karşıladı ve buyurdu ki;
“-PAŞAM AMAN ANADOLU İLE İRTİBATI TEMİN
EDİNİZ”
Ben de dedim ki
“Efendim irtibat hazırdır. Fakat İngilizler sıkıntı çıkartıyor.” Bu sözüm
üzerine zat-ı şahane bana;
“…Olsun siz
sakın Anadolu ile irtibatı kesmeyiniz”buyurdular…”
Arkadaşlar
İngilizler bizden ve padişahımız efendimizden Anadolu harekâtını ve Kuvay-i
Milliye’yi inkâr ve reddetmemizi istediler. Biz bunu kabul edemezdik ve etmedik
de.
Çünkü Kuvay-ı
Milliye’ yi reddetmek doğrudan doğruya halkı reddetmektir. Biz bunun farkındaydık.
Sonra dediler
ki; “Siz ve padişahınız Kuvay-ı Milliye’ yi reddetmezseniz bütün yolları
keseceğiz. Anadolu’ya giden tüm buğdaylara el koyup yalnızca bize yakın olan
Ermeni ve Rum halka buğday verir, Türk halkını açlığa terk ederiz.”
Hükümet olarak
biz ve Padişahımız buna rağmen Anadolu harekâtı ve Kuvay-ı Milliye aleyhinde en
küçük bir söz söylemedik.
Zinhar
söyleyemezdik
(Meclisten
kahrolsunlar sedaları…)
PADİŞAHIMIZ ANKARA’NIN ZAFERLERİYLE SEVİNİP BAŞARISIZLIKLARI İLE HÜZÜNLENMEKTEYDİ
O sıralarda
hepinizin malumu olduğu üzere İngilizler baskıyla tehditle o mahut fetvayı
aldılar.
Şeyhülislam
Dürrizade Abdullah Efendi’nin imzaladığı, Mustafa Kemal hakkındaki idam
fermanı, malumunuz olduğu üzere o fetva süngü zoruyla alınmış ve İslam milletinin
birbirine düşürülmesi hesaplanmıştı.
O fetva acı bir
vesikadır.Millet ve siz sanırım bu fetvanın geçerli olmadığını ve hangi
şartlarda zorla yazdırıldığını anlamışsınızdır.
(Tüm Meclisten
“Şüphesiz” sedası yükselir…)
Konya
Milletvekili Refik bey; “Zaten o fetvanın bizce bir hükmü yoktur. Hangi
baskılarla yaptırıldığı bizce de malumdur” demiştir…
İstanbul’dan
padişahın telkin ve emirleriyle Ankara’ya geçen Fevzi Çakmak sözlerini
bitirerek kürsüden inmiştir.
Padişah Sultan
Mehmet Vahideddin Han, Harbiye Nazırı Mareşal Fevzi Çakmak Paşa’ya Hitaben;
-“Git, sen de Ankara’ya git… Burada yapılacak
bir iş kalmamıştır…”
Bunun üzerine
Harbiye Nazırı Mareşal Fevzi Çakmak 26 Nisan 1920 günü İstanbul’dan gizlice
çıkmış ve 27 Nisan 1920 günü Ankara’ya ulaşmıştır.
Evet arkadaşlar;
sadece Mustafa Kemal Paşa’yı, Kazım Karabekir’ i, Rauf Orbay’ı Refet Bele’yi
Hüsrev Gerede’yi değil Harbiye Nazırı Fevzi Çakmak’ ı da Anadolu ya, hem de
Ankara’ da BMM’ ne katılması için, Padişah-Halife Vahidüddin Han göndermiştir!
Belge mi
istiyorsunuz?
Hay hay…
Buyurun efendim…
TBMM Zabıt cerideleri… Yolunuz Ankara’ya düşerse, ya da internetten TBMM
arşivine girerseniz hepsi orada duruyor!
Evet, “Dürrizade
Dürrizade” diyenler!
“Mustafa Kemal
Paşa’ya idam fermanı verildi” diye temcit pilavını 100 yıldır önümüze
dayayanlar!
Mareşal Fevzi
Çakmak’ın bugün dahi Meclis arşivinde bulunan ve internetten bile kolayca
ulaşabileceğiniz 27 Nisan 1920 tarihinde Meclis kürsüsünden yaptığı tarihi
konuşmayı okuyunca, zabıt ceridelerinde ki vesikaları görünce acaba hiç
utandılar mı?
Kuvay-ı Milliye’
ye zaman kazandırmak ve İngilizleri oyalamak için göstermelik-uyduruk fetva ile
idam fermanına inanan ahmak kaldı mı? Yani bu 100 senelik yalanlara?
Mustafa Kemal'in en büyük silah arkadaşı…Tüm İnkılaplar yapılırken tamamına göz yuman ve başında olduğu silahlı kuvvetlerle her türlü desteği veren Türkiye’nin en uzun süre Genelkurmay Başkanlığını yapmış Mareşal Fevzi Çakmak Paşa’ya da mı inanmıyorsunuz yoksa?
Tamam. Ben de
bir kaç delil daha arz edeceğim o halde…
Evet, sizi
biliyorum; Bugün Mustafa Kemal dahi –ahiretten- size seslenip dese ki; “Beni
Anadolu’ya Vahideddin Han yolladı ”siz buna da inanmazsınız. (Belirli bir
zümreyi kasdediyorum – genellemiyorum …)
Ama biz, vicdan
sahibi dürüst, samimi Atatürkçüler için delillerimizi sunmaya devam edeceğiz…
İnanmak,
inanmamak kendilerine kalmış... Arşivler ortada…
“Hakikatlerin er
geç ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır” derler…
Bazılarımızın
kafalarını kuma gömmelerinin gerçekleri değiştirmeyeceklerini bilmeleri
lazımdır!
Şimdi bir delil ve belge daha arz edelim ve bu
hususu kapatalım!
Bu can alıcı bir
belge olacak çünkü.
Ne yazıyor bu belgelerde arkadaşlar?
9.Ordu Müfettişliğine de gönderilen bu belgede ne yazıyor biliyor musunuz?Padişah olarak
Vahideddin’ in talimatı şu:
“Yaverânımdan
Mirliva Mustafa Kemal 9.Ordu Müfettişi olarak tarafımdan atanmıştır.
Sakarya’dan
itibaren tüm Doğu Vilayetleri ve Anadolu’nun tamamına emrimdir: Sakarya’dan
ülkenin en doğusuna kadar olan tüm vilayetlerde bulunan tüm vali, kaymakam ve
mutasarrıflar ve pek tabii ki kendisi asker olduğundan tüm askeri erkân,
Anadolu’daki tüm askeri ve mülki yetkililer kendisine tabidir.”
Yani tüm
memurlar sivil veya asker ona tabi olacak.
Zatı Şahaneleri
Vahideddin Han der ki; “Mirliva Mustafa Kemal ’in sözü benim sözümdür. Ona
itaat bana itaattir…”
Aklınıza gelen
tüm memureyn ( asker, polis, vergi memuru, posta memuru, liman görevlileri
aklınıza kim geliyorsa ) Yaverim ve 9.Ordu Kıt’a Müfettişi M. Kemal Paşa ya
tabidir…
Arkadaşlar böyle
bir yetki Türk askeri ve siyasi tarihinde sadece üç kişiye nasip olmuştur.
-Köprülü Mehmet
Paşa
-Tarhuncu Ahmet
Paşa ve
-Mustafa Kemal
Paşa da üçüncüsüdür...
Şimdi işin can
alıcı yanı da burada;
Tüm resmi ve
Kemalist tarihçiler der ki;
“Tamam,
haklısınız artık inkâr edemeyiz…Mustafa Kemal Paşa’yı Samsun a Padişah
Vahideddin Han yollamıştır ama görevi bellidir; Yani Rum ve Ermeni çetecileri
kesen -öldüren Türk milisleri yakalayıp İngilizlere teslim etmek ve silah
teslim etmeyen Osmanlı askeri birliklerinin yine elinden silah almak ve
İngilizlere-İtilaf Kuvvetlerine verecekti. Ama Mustafa Kemal Paşa bunun yerine
vatanı kurtarmaya girişti ve bunu başardı…”
derler…
El cevab: “48
kişilik üst düzey subaylardan ve tarihte sadece 3 kişiye nasip olmuş fevkalâde
yetkilerle mücehhez kılınmış Anadolu’ya sadece bu vazife için bir Tuğgeneral –
mirliva - gönderilmezdi."
Bu vazife
esnasında Padişah adeta 600 yıllık Hanedanın ve İmparatorluğun tapusunu
kullanma hakkını bu genç generaline veriyordu.
Bu fevkalade
durum vizeyi veren İngiliz subayında dikkatini çekmişti.
Burada bir
abartı var!
“Bu kadar üst
düzey subay ve yetki çok fazla değil mi? ” dendiğinde;
İşgal Kuvvetleri
Komutanı General Harrington“Vizeyi ver Saray böyle münasip görmüş” demiştir
Yüzbaşı İstihbarat Subayı John Godolph Benett’e.
Ve Kemal Paşa
“Bandırma Vapuruna” binmiş yola çıkmıştır.
Evet, bu kadar
yetki ile ancak ki “ Vatan kurtarmaya ” gidilirdi…
Ve sonuçta da
öyle oldu.
Mazlum ve mağdur
Padişahımız 6. Mehmed Sultan Vahideddin Han, İngilizlere karşı yaptığı ilmi
siyasetle Kuvay-ı Milliye ile “Milli Mücadele” nin önünü açmış…
Kendisi tüm şimşekleri üstüne çekmiş ama
vatanın kurtarılmasını sağlamıştır...
Ona “hain”
değil, aksine devletini-vatanını kurtarmış bir kahramandır diyebiliriz ancak…
"Elbet bir gün,
hak kuvvete üstün gelecek ve necip milletimiz hakikatleri
öğrenecektir..."
--- VI.Mehmed Sultan
Vahideddin Han---
Yazar: Mustafa Albayrak
Kaynak :
https://www.muzakerat.com/makale/sultan-vahideddin-mustafa-kemali-anadoluya-neden-gonderdi-275
Yorumlar
Yorum Gönder